İki adam bir gün yolda yürürken kenarda derin bir çukur görürler. Meraklanıp yaklaşırlar. Aşağı baktıklarında dibini göremezler.
Biri der ki:
“Vay canına, bu ne kadar derin böyle?!”
Ne kadar derin olduğunu anlamak için birkaç taş atarlar. Kulak verirler… hiçbir ses gelmez.
Bunun üzerine daha büyük bir şey atmaya karar verirler ve etraftan buldukları koca bir beton bloku çukura yuvarlarlar. Atarlar, dikkatlice dinlerler…
O sırada bir ses duyarlar ama çukurdan değil — arkalarından!
Hızla dönerler ve şunu görürler:
Başını eğmiş bir keçi, sanki roket gibi üzerlerine doğru geliyor! Ayakları yere neredeyse değmiyor, o kadar hızlı koşuyor!
Adamlar son anda yere atlayarak kenara çekilirler.
Keçi, tam gaz ilerleyip doğrudan çukura uçup gider ve kaybolur.
İkisi de derin bir nefes alır:
“Az kalsın biz de onunla birlikte çukura gidiyorduk! Hadi buradan uzaklaşalım…”
Yola devam ederler. Biraz ileride tarlada çalışan bir çiftçi görürler. Aralarında konuşurlar:
“Bu keçi muhtemelen çiftçinindir, söyleyelim de haberi olsun.”
Bunlardan biri seslenir:
“Hey Bay Çiftçi! Bir keçiniz var mıydı acaba?”
Çiftçi cevaplar:
“Evet vardı, neden sordunuz?”
Adamlar olan biteni anlatır, çukuru, keçinin uçuşunu, son anda nasıl kurtulduklarını…
Çiftçi başını sallar:
“Yok çocuklar, o benim keçi değildir.
Benimki yaşlıydı, artritten zor yürüyordu zaten.
Hem ayrıca onu kocaman bir beton bloğa bağlamıştım.”